7 Haziran 2019 Cuma


Dün birisine 'öyle güzel unuttum ki sabah uyandığımda hayatımın yeni bir gününe uyandım' dedim. Bunu derken iyiydim ama sadece birkaç kişi biliyor yerin dibinden yeryüzüne çıkışımı. Birini unutmak güzel bir şeymiş gibi konuştuğumu zannetmeyin sakın. Kimse kimseyi unutmuyor, ben de seni unutmayacağım ama yaşanılan acıların silinmesi gerekiyordu. Siliyorum ki yaşayabileyim en baştan. Kaldığım yerden demiyorum çünkü kaldığım yerle senin gittiğin yer aynı yer, ya sana gelirdim ya kendimden geçerdim. Ee baktım olmuyor en baştan başladım ben de. Hal böyle olunca tabii önceki elifi de kaybettik. İnsanın kendi yeni haline alışması yürümeyi yeni öğrenen bir bebeğin ilk adımını atması gibi. Tedirgin, ürkek hatta korkak belki de. Nerede dağılırsın, unuttuğun yerden yeniden açılır mı yaraların kestiremiyor insan. Tam bitti dediğin yerden başlama olasılığı çok yüksek. Yeni yolda yeni kendinle düşe kalka gidiyorsun işte. Bir yerden sonra alışıyorsun artık 'tamam' diyorsun. 'Biliyorum artık seni, bundan sonra yoluma seninle devam edebilirim' diyorsun. Öyle de oluyor zaten. Sadece yazdığım kadar kolay olmuyor. 
Sen bunları yaşarken karşı tarafın yerinde yeller esiyor. Böylesi daha iyi senin için, zaten bilmek de istemiyorsun. 
Ağlaya ağlaya gittiğin yolları, uykusuz gecelerini, yaşadığın onca kötü şeyi bir gecede silmek yürek istiyordu. Neyse ki hazırlıklıydım önceden yürek yemişliğim vardı. Bir de ben hiçbir zaman her şeyi bir anda silip atan biri olmamıştım, Son raddeye gelmişti bir şeyler. En sonuna kadar gidip ne olacağını görmek istemiştim. Cidden son olmuştu. Ama hala anlayamam insanlar 'seviyorum' derken niye giderler. Kimisi sıkılır kimisi hiç sevmemiştir kimisi.. 
Sense o kadar hayal kırıklığını bi' de zannettiklerini alıp yola çıkmışsındır. İnsanın içini delip geçiyor bazı şeyler bu da benim içimi delip geçti ama biliyordum o gecenin sabahı da vardı. Uyandığımda geçecekti. Artık yapabileceğim bir şey de kalmamıştı zaten içim de rahattı o yüzden. Elimden hatta kalbimden geleni yapmıştım. Uyandığımda geçti. Yeni bir hayata uyandım biliyordum artık her şey çok farklıydı. Yeni elifle yol alma vaktiydi artık. Ben de öyle yaptım. Sadece hala aştığım yollar, ağladığım geceler bir de acıyan kalbim aklıma gelince içim sızlar ama hepsi bu.


29 Eylül 2017 Cuma

Oruç Aruoba - İle


                                                                 ''Önce
                                                başlangıçtaki Defter'i Getiren'e; 
                                                                 sonra,
                                                       bütün önceki ve sonraki 
                                         gelerek Getiren'lere / giderek Götüren'lere
                                                                 adanmıştır''

               Söz konusu ilişkiler olunca insan bazen afallayabiliyor. Bazen heyecanlanıyor, bazen üzülüyor, bazen seviniyor. İkili ilişkiler böyledir değil mi. Özellikle konu aşksa işler daha da karışık oluyor. Eğer bir rehber, ilişki üzerine yardımcı bir kitap seçmem gerekseydi tereddütsüz bu kitabı seçerdim. Her sayfasında kendinizden bir şeyler bulacağınızı biliyorum. Daha önceden yaşadınız bir olayı okurken bile bulabilirsiniz kendinizi. Ben de öyle oldu çünkü. Bazı sayfalarda 'ben de böyle yapmıştım, bana da böyle olmuştu' dedim. Kitabın her sayfası post-it oldu, ki bu bile kitabı ne kadar beğendiğimi göstermeye yeter.

               Kitap üç bölümden oluşuyor; önce, ilişki defteri, sonra.
Bu bir defter aslında. Sevgiliye duyulan bütün duyguların tek tek yazılmış, bazen kendi karmaşasını, bulunduğu durumları da yansıtmış olduğu bir defter. Arada felsefe yapan birini de görebilirsiniz okurken. O kişi bazen hayatı da sorguluyor olabilir.

               Kitabın en sevdiğim özelliği de kelimelerin derinine inilmesi. Kelimenin bir kaç kullanım şeklini göstererek, her anlamı üzerinden kendini, içinde bulunduğu durumu anlatması benim çok hoşuma gitti. Ara sıra eline alıp bir sayfasını açsan sürekli yeni bir şeyler öğrenebileceğin bir kitap. Baş ucu kitaplarınızdan biri olabilir. Benim için öyle oldu çünkü.

              İnanın daha çok şey söylenir bu kitapla ilgili ama uzatmak istemiyorum fazla. En iyisi alıp okumanız. Alıp okuyun ki birlikte kitap hakkında konuşabilelim uzunca.

              Kendinize iyi bakın, en çokta yüreğinize.








   




18 Ağustos 2017 Cuma

Burak Parmaksız - Bunaltı



                Yeniden buradayım. Burada olmadığım süre boyunca kitap da okudum tabii ama yazmak hiç kısmet olmadı buraya. Şimdi aralıksız başlıyorum. 

                 Ve şimdi Karşınızda Bunaltı..


                       Asya...

                 Bu isim söylendikten sonra biraz susmayı ve düşünmeyi gerektiriyor çünkü. Yıllar sonra bu kitabı bir yerde görürsem aklıma Asya gelecek, biliyorum ki Asya bir süre aklımdan gitmeyecek zaten. Bu romanı spoiler vermeden anlatabilecek miyim acaba, zor olacak çünkü.

                 Başından beri bir hüzün var kitapta, hüzün dediysem de öyle bunaltmıyor sizi. Sessiz, sakin hüzünleniyorsunuz.Tıpkı Asya gibi. Bir ara ağzım açık okumuştum öyle bir kendimden geçme, çünkü geçmezsem ayıp olurdu. Asyanın hikayesi bu aslında, onun başına gelenler, her şey onlardan oluşuyor. Ona üzüldüm roman boyunca bir umut bekledim sonunun iyi bitmesini. Çünkü kötü biterse üzülecektim biliyordum. Nasıl bittiğini söylemeyeceğim tabii.

                 Küçük ve yalnız bir kız düşünün ama doğduğu günden beri yalnız, etrafında aslında birileri hep var ama aslında boş bir kalabalık. Hayatın çemberinden geçmiş desem yeridir. Ne kadar hüzün varsa yaşamış, hüznün en son noktasına gitmiş bile olabilir. Çevresindeki insanlarda aslında Asyaya benziyor , mesela yurt müdürü Maraz, Hepsi bir yerlerinden yara almış, sanki her şey bir sonraki insanın suçuymuş gibi onlardan çıkartmışlar acısını. Öyle bir insan döngüsü düşünün. Acıdan payını almayan yok. Ama yaşananlara rağmen de hala kötülükte hat safhadalar. Asyanın annesi yok, babası da yok denebilir, kendi başına hayatta kalmaya çalışan bir kız. Hayatta kalmaya çalışıyor ama eğleniyor sadece. Öyle bir çabası yok, 'okuyum', 'şunu yapayım böyle olayım' gibisinden. Hali yok belkide. Size sürekli Asyadan bahsettim ama bahsetmezsem içim rahat etmezdi
 
                 Kitabı okurken sıkılmazsınız zaten, üslubu güzel bir kere. Dili de kolay. Bir çırpı da okunabilecek bir kitap, öyle uzun da değil. Kurgusu da sizi içine çekiyor zaten. Ama uzun zamandır okuduğum en sarsıtıcı roman oldu. Darmaduman oldum, okurken, kitap bittikten sonra.

                 Bence okumak için daha fazla beklemeyin. O zaman size iyi okumalar. Görüşeceğiz.









17 Haziran 2017 Cumartesi

Hasan Ali Toptaş - Gölgesizler



         Gölgesizler ile karşınızdayım.Sonunda bitirip yorum girebildiğim için çok mutluyum çünkü baya uzatarak okudum ama değdi. Şimdi size kitaptan bahsetmeliyim. Bazı kitaplar vardır ya hani, o son sayfa elinizde kalır gözleriniz o sayfaya düşer, kapatamazsınız o sayfayı. İşte öyle bir kitaptı benim için. Böyle bir sonu hiç beklemiyordum tabii onunda etkisi var. Kısacası o son sayfayı okurken kendimde değildim nasıl okudum nasıl kapattım hiçbir fikrim yok. İşte o kadar etkileyici, şaşırtıcı, her an diri tutan, yer yer üzüldüğüm ama 'acaba ne olacak' deyip devam ettiğim bir kitaptı.

         Kitapta bir köydeki halkın başına gelenler anlatıyor ama normal şeyler değil tahmin edersiniz ki. Aşk, şehvet, kayıplar, ölümler, doğum aklınıza ne gelirse hepsini bir kitapta bulabilirsiniz. Ama bu kadar derinden etkiler mi onu bilemem.

         Kitabı okurken ara sıra ben de kendimi kaybedip nerde olduğumu unuttum. Çünkü kendinize de sorguluyorsunuz, hayatınızı da. Her şeyi bırakıp gitmek isteyenlerin ama gidemeyenlerin hikayesi de var kitapta. Sanki o halktan birisiymişim gibi okudum kitabı. Güvercin'e ne olduğunu onlardan biriymiş gibi merak ettim ben de. Hissetim oranın ruhunu.

        Ee size iyi okumalar o zaman.










15 Mayıs 2017 Pazartesi

Stefan Zweig - Amok Koşucusu



              Her Stefen Zweig kitabının sonunda olduğu gibi bunda da son sayfayı kapatırken kendim de değildim. Evet evet tam olarak öyle hissetmiştim. Şimdi size ilk olarak Amok Koşucusundan bahsedeyim. Amok bir tür hastalık aslında. Kişinin sarhoşmuş gibi yaptıklarında, söylediklerinde bilinç dışı davranışlar sergilemesi ve birden deli gibi koşmasıdır. Sağa sola çılgınlar gibi koşuşturmasıdır ama ne koşma. Öyle diyorlar.

              Kitapta da amok koşucusu olan bir doktordan bahsediyor. Doktorun karşısına yardım isteyen bir kadının çıkmasıyla başlıyor her şey. Kalanı da okumanızı tavsiye ederim çünkü ne desem spoiler olur. Zaten çok kısa bir kitap bir iki saatte bitiyor. Olaylar o kadar hızlı gelişiyor ki zaten elinizden bırakabilir misiniz bilmiyorum.

             Kitabın sonundaki ölümü anlatışı beni benden aldı. Yaşıyormuş gibi oluyorsunuz, o yüzden bu kadar çok etkiledi kitap beni belki de. Bir de amok koşucusuna şaşırdım, kurgu harikaydı cidden.

             Stefan Zweig'in bunları hangi kafayla yazdığını sormak isterdim.

             İyi okumalar.











3 Mayıs 2017 Çarşamba

Pinkfreud - Türk Kızının 50 Tonu



              Uzun bir zaman oldu buralara uğramayalı. Tekrardan merhaba o halde. Biraz önce son bir sayfa kala otobüsten indiğim, yolda bitirdiğim kitabı anlatacağım. Ama spoiler vermeden nasıl anlatırım bilmiyorum. Cidden bayıldım kitaba. Ahh Pelo ah neler yaşamışsın..

              Pelonun aşk hayatını anlatıyor aslında, Aliyle olan aşkını. Bunun aşk mı olup olmadığına da okurken siz karar verin bence ya da aşksa nasıl bir aşk olduğuna. Çok aşık olduğunuzu düşünün ama nasıl bir aşk, sanki ilk defa öpüşmüş, ilk defa hayatınızda biri varmış gibi bir aşk. Hem mutlu hem mutsuz. Hem deli hem hüzünlü. Öyle bir aşk işte Pelininki de.

             

             Hikayede biraz trajikomik zaten. Hem güldürüyor, hem düşündürüyor. ''Aaa ben bunu yaşamıştım'' diyorsun her sayfa da. ''Demek ki başıma gelen de buymuş'' diyorsun. Okurken evet, aynen demekten kendimi alamadım. Altını çizdiğim cümleler ise buradan bizim köye kadar yol olur zaten. Her cümlesinde kendinizden bir şeyler bulacaksınız, aşklarınızdan ya da aşk sandıklarınızdan.

             Herkesin hayatına da Ali gibi biri girmiştir ya sen o aşktaki Pelinsindir ya da sevdiğin insan Ali. Ama yaşamışsındır bunu. Bu kez son diyip körkütük aşık olmuş, arkadaşlarını, çevreni ve kendini kaybetmişsindir. Karşınıza Ali gibi kendinizi kaybettirecek birinin çıkmaması dileğiyle..


            ''Bırak adam seni sevsin, senin kendini sevdirmek için yaptıklarını değil.''




            











15 Eylül 2016 Perşembe

R.J. Palacio - Mucize




         Şimdi size August Pullman'ın hikayesini anlatacağım. Kendisi yeni okula başlayacak bir çocuk. Yeni okula başlayacak dediysem birinci sınıfa başlamayacak ortaokula başlayacak çünkü yüzündeki durumdan ve şu zamana kadar geçirdiği ameliyatlardan dolayı okula başlayamadı. Bu arada August'un yüzü bizimki gibi değil doğuştan yüzü diğer herkesten farklı onun. Bu durum ona ve ailesine alışılagelmiş olsa da dışarda biri görünce değişik bir şekilde ona bakıyorlar. August bu duruma bazen alışmış gibi davranıyor, bazen çok üzülüyor...


        O küçük olduğu kadar da güçlü bir çocuk aynı zamanda. Hayat enerjisi fazla, yaşamdan zevk almasını biliyor, en önemlisi de hayatın değerini biliyor.. Üzülse de yapacak bir şeyi yok, kendisini üzenler utansın değil mi. İşte her şey okula başlamasıyla oluyor, şu zamana kadar bir mucize olduğunu yeni fark ediyor ve sonra her şey değişiyor.


        Her gün onlarca August görüyor herkes, onlarca August görüyoruz  ve utanmadan yüzlerine bakıyorlar. Bakıyorlar diyorum çünkü bu kitabı okuduktan sonra gözüm kaymıyor bile biliyorum çünkü artık nasıl hissettikleri.. Ama diğerleri bilmiyor onlar nasıl hissediyor, ne kadar çok üzülüyor. Sadece bakıyorlar.. Bilmiyorlar ki hepsi birer August birer mucize. Bize hayatı öğreten, güzelliklerin, elimizdekilerin farkına varmayı öğreten bir mucizeler. Umarım bir gün hepimizin karşına August kadar kocaman yürekli bir mucize çıkar. 


  Auggie' ye sevgilerimle..